Hep yeni ve gözde sinema filmlerinden ya da festival festival gezen yüksek entel beğenisine hitap eden filmlerden mi söz edeceğiz? İşte size çok sevdiğim bir TV filmi. Uzun zaman önce izlemiştim dün akşam digi sağolsun tekrardan izledim. Uma Thurman'ın en iyi performanslarından birini bu mütevazi filmde sergilediğini kim derdi ki...
Küçükken babası tarafından terk edilen ve bu sayede kendine güvenini tamamen kaybetmiş, nemfoman Debby ve genç yaşta çocuk sahibi olmuş arkadaşı Beth (Juliette Lewis) alt sınıf Amerikalı genç kadınlar olarak "sadece eğlenmek istiyorlar". Debby'nin acınası bencilliği, kendini sevmeyişi ve bu sebeple de kimseye kendini sevdiremeyişi o kadar dokunaklı ki... Her kadının kendini bir çöp gibi hissettiği dönemler olmuştur işte Debby bunu hayatının her anında yaşıyor ve izlerken size de yaşatıyor.
Onunla birlikte acı çekiyor ya da hissizleşiyorsunuz. Uma Thurman'a hakkını verdiğimiz nokta da burası zaten.
80'lerde geçtiği için ayrıca kostümleri ve müzikleriyle de çok eğlenceli.
Girls Just Wanna Have Fun, ancak bu kadar ironik bir şekilde yakışabilirdi bir filme.
Digi'de oynuyor yakalarsanız "amaaeeen bu ne yaa" deyip geçmeyin diye yazdım.
22 Şubat 2011 Salı
18 Şubat 2011 Cuma
rubber
!f İstanbul'un bu seneki en acaip filmlerinden birine bakın. B filmleri sevenler kaçırmasın. Daha da gelmez bizim sinemalara. Katil araba lastiği... Çok iyiymiş.
17 Şubat 2011 Perşembe
opening titles
Yeni bir bölüm açıyorum. En sevdiğim opening titles bölümü. Bir kitabın ilk cümlesi ne kadar önemliyse bir filmin de aslında sizi hazırladığı yer, yani girişi çok önemli. "Beni izle pişman olmayacaksın" diyen opening titles'lar gelsin. Sizin favorileriniz hangileri onları da merak ederim.
Filmin kendisi kadar güzel bir açılış. Şiirsel... The Fall. Müziğe bak. Eşşeksiniz Tarsem.
Filmin kendisi kadar güzel bir açılış. Şiirsel... The Fall. Müziğe bak. Eşşeksiniz Tarsem.
8 Şubat 2011 Salı
2,5 film birden
Pazar gününü tamamen yatay şekilde geçirmeyi başardık ve bu sırada filmler izledik tabi. Beğeni sıralamasına göre şu şekilde.
1. film uzun zamandır izlemek kısmet olmayan Ip Man.
Bruce Lee'nin dövüş ustası İp Usta'nın hikayesini anlatıyor. Harika Kung Fu becerileri olan İp Usta'yı izlerken bunun gerçek bir hikaye olduğuna ve böyle dövüşen birinin olabileceğine insan inanamıyor. Çok başarılı yakın çekimlerle mis gibi kotarılmış bir film. İkincisi de var şimdi sıra onda. İp Man'ı tavsiye ediyorum.
1. film uzun zamandır izlemek kısmet olmayan Ip Man.
Bruce Lee'nin dövüş ustası İp Usta'nın hikayesini anlatıyor. Harika Kung Fu becerileri olan İp Usta'yı izlerken bunun gerçek bir hikaye olduğuna ve böyle dövüşen birinin olabileceğine insan inanamıyor. Çok başarılı yakın çekimlerle mis gibi kotarılmış bir film. İkincisi de var şimdi sıra onda. İp Man'ı tavsiye ediyorum.
2. film 2009'da !f İstanbul'da gösterilen Berlin Calling. İsminden de anlaşıldığı üzere Berlin'de geçiyor. Elektronik müziğin beşiklerinden biri olan Berlin'de 16 yaşından beri dj'lik yapan Martin aka Dj İckarus'un uyuşturucu ile sınavı olarak özetleyebiliriz konuyu. Kullanmadığı uyuşturucu kalmayan İcka sonunda tabir-i caizse kafayı sıyırıyor ve kendini bir rehabilitasyon merkezinde buluyor. Bu sırada patronu ve sevgilisi tarafından da terk ediliyor ve hastanede kendini tekrar bulmaya çalışıyor. O kadar güncel bir hikaye ve ortam var ki filmde, bu şekilde kendini izlettirmeyi başarıyor ama gereksiz uzun sahneler yok değil. Filmi illa izleyin diyemem ama soundtrack başarılı.
3. film ise (başlıktan da anlaşıldığı gibi yarısında uyuya kaldığım) Oscar adayı Winter's Bone.
Kötü. Kötü. Kötü. Acımasız olacağım izninizle. Bana hiçbir şey anlatmadı bu film. Yakalayamadı. Ki ne depresif, ne ağır, ne uzaklara bakmalı filmlere alışık bünyem bile bu Amerikan kabusunu kaldırmadı. Belki de çok fazla Amerikalı olduğu için bizim çok uzağımıza düştü ama sonuç itibariyle tavsiye etmiyorum. Aylar önce burada heyecanla bekliyorum diye yazdığım filmler de bazen böyle hayal kırıklığı yaratıyor işte napacaksın.
Hiç kızın güzelliğine falan aldanmayın. Kurtarmıyor.
2 Şubat 2011 Çarşamba
I miss you miranda july
2005'te Me and You and Everyone We Know gibi tatlı mı tatlı bir film yaptı, ağzımıza bir parmak bal çaldı sonra da sinema ortamlarından yok oldu. Miranda July, hikaye kitapları, sanat faaliyetleri ile hep var ama ben ondan film istiyorum. Sonunda Yasemin'den öğrendim ki 2011'de yeni bir filmle geliyormuş. The Future.
"30'lu yaşlarındaki bir çiftin, hasta bir kediyi yanlarına almaları sonucunda gelişen ilginç olaylar" olarak özetleyebileceğimiz bir konusu var. Ama eğer Miranda'yı izlediyseniz konunun çok da önemli olmadığını bilirsiniz. Sundance 2011'de ilk gösterimi olacağına dair dedikodular doğruysa biraz daha bekleyeceğiz. Müziklerini de Jon Brion yapmış. Sabırsızlanıyorum. Sonuçta seviyorum bu kadını.
"30'lu yaşlarındaki bir çiftin, hasta bir kediyi yanlarına almaları sonucunda gelişen ilginç olaylar" olarak özetleyebileceğimiz bir konusu var. Ama eğer Miranda'yı izlediyseniz konunun çok da önemli olmadığını bilirsiniz. Sundance 2011'de ilk gösterimi olacağına dair dedikodular doğruysa biraz daha bekleyeceğiz. Müziklerini de Jon Brion yapmış. Sabırsızlanıyorum. Sonuçta seviyorum bu kadını.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)