30 Haziran 2009 Salı

Charlie Kaufman



"listen... i’m just an insignificant guy who wants to be significant. i want to be loved and admired. i want women to think i’m sexy. i want everyone to think i’m brilliant. and i want them all to think i don't care about any of that stuff."

Charlie Kaufman

Aslında bu blogu bir insana olan hayranlığımı cümle aleme duyurmak için açtım. Evet itiraf ediyorum. Bu adamı çok kıskanıyorum. İnsan beyninin oynayabileceği tüm oyunlar ve daha fazlası için bkz. Charlie Kaufman!
Being John Malkovich, Human Nature, Confessions of a Dangerous Mind, Adaptation, meşhuuuur Eternal Sunshine of the Spotless Mind ve artık benim de algımın sınırlarını fazlasıyla zorlayan, ismini bile telaffuz edemediğim Synecdoche, New York...
Kahramanlarının beyinleri içinde yaptırdığı yolculuklar gittikçe daha da karmaşıklaşıyor, her filmde bir adım ileri gidiyor sanki. Ben de Charlie'nin kafasına girmek ve orada neler olduğunu görmek isterdim. Neyse bu aralar kafasında olan yeni projeleri haber vermek istiyorum. TV programı yapmaya heveslenmiş ve aynen konuşmuş:

Charlie Kaufman has, by his own admission, “had his time in the sun”. “And now,” says the Oscar-winning writer of Eternal Sunshine of the ­Spotless Mind and Being John Malkovich, “it’s time to destroy me. People get bored and want to kill you. It’s the way of the world.”

... “I am seriously considering it,” he says, mentioning that he’s had talks. “I would want my own show. I like the idea of ­telling something over time. It might be a fun challenge. The movie business has changed, and with the stuff I do, it would be an interesting place to go.”

Ayrıca tabi ki yine yazıp yönetmek üzere yeni bir film üzerinde de çalışıyormuş. Filmin konusu:
“about how we have perceptions on things that are not remotely familiar to us”

ahh çok heyecanlıyım ben!

kaynak: http://www.beingcharliekaufman.com/

26 Haziran 2009 Cuma

Michael Jackson ölür mü ya?


Sen öldün benim de gençliğimden, çocukluğumdan büyük bir parça öldü gitti be.
Huzur içinde yat.

24 Haziran 2009 Çarşamba

yönetmen incileri 3

"The screen is a magic medium. It has such power that it can retain interest as it conveys emotions and moods that no other art form can hope to tackle"
Stanley Kubrick

23 Haziran 2009 Salı

Susuz Yaz ile ilgili bilinmeyenler!

Bundan tam 44 yıl önce Berlin Film Festivali gibi prestijli bir festivalden Altın Ayı ile dönen Susuz Yaz'ın başına gelenleri bir duysanız... Metin Erksan'ın yönettiği Necati Cumalı'nın unutulmaz eserinden uyarlanan Susuz Yaz, meğersem sonradan pornoya dönüştürülmüş, hem de filmin yapımcısı ve başrol oyuncusu tarafından!
Detaylı trajik hikayeyi Nebil Özgentürk burada anlatmış.
Ağlanacak şeylere gülmeyi seven yurdum insanı için geliyor;
filmin müstehcen versiyonu da burada.

Shutter Island (2009)



Bir Martin Scorsese filmi. Leonardo Di Caprio, Ben Kingsley, Mark Ruffalo ve Michelle Willams oynuyor. İçinde ada var, adada tımarhane var, tımarhanede korkutucu hasta ve doktorlar var, çözülmeye çalışılan bir gizem var. Benim bildiğim bu formül tutar. Tıpış tıpış gider izleriz ekim 2009'da. Fragmanın sonundaki "You'll never leave this island" cümlesi Lost izleyicisini hemen çeker zaten. Şahsen beni çekti. Dayanamıyorum ada olsun, orada mahsur kalan insanlar olsun bayılıyorum. Yaktın beni Lost.

19 Haziran 2009 Cuma

emre şahin


Bugün size bir yönetmenden söz etmek istiyorum sevgili sinefil yavruları.
Üstelik bugüne kadar çektiği iki filmi de ödül almış bir yönetmen. Emre Şahin. Kendisi memleketimizde pek tanınmasa da Hollywood onu tanımış, ödüller bile vermiş. İkinci kısa filmi Çanta ile
Beverly Hills Uluslararası Film Festivali'nde 'En İyi Sinematografi' ödülünü, öğrencilik yıllarındaki ilk filmi Fetish ile de EMMY ödülünü kazanmış. Şu anda da, çekimleri İstanbul'da devam eden 40 filmi ile karşımıza çıkmaya hazırlanıyor. Arada bir de belgesel çalışması var. Diyeceğim o ki; Yeni kuşak Türk sinemacıları var. Türk sineması Nuri Bilge Ceylan'dan Zeki Demirkubuz'dan ibaret değil. Türk sinemasının iyisi illa sanat filmi olmak zorunda değil. Onlar da olsun, Cannes'larda ödüller alsın ama sinema bir endüstriyse, endüstrinin kalbi de Amerika'daysa bakınız Emre Şahin orada da başarıyı yakalayabilmiş. 40 filmi trailer burada. Tüm detaylar facebook'ta. Şahsen ben heyecanlandım izleyince. Yurdumda böyle filmleri daha çok görmek istiyorum.

17 Haziran 2009 Çarşamba

yönetmen incileri 2

"Movies are like an expensive form of therapy for me."
Tim Burton

The Fall (2008)


Çocukluğumda beni en çok etkileleyen filmin Labirynth olduğundan söz etmiştim. Büyüklüğümde ise aynı açılardan beni en çok etkileyen film The Fall oldu. 1986 yılında Labirynth'i izlediğimdeki duygular 2008'de bu harika filmle resmen hortladılar. Heyecan, anneanneden fantastik bir masal dinliyormuş hissi, hayranlık, çocukça bir tedirginlik... Acemi hissetmek. Evet bu filmi bu kadar çok sevmemin baş nedeni sanırım bu. Şimdi şu olacak, bu olacak gibi sinema kahinliği yapmama fırsat vermemesi, beni bilmiş sinefil formatından küçük çocuk formatına sokmuş olması.
The Fall'u buraya eklememin bir sebebi de, benim sinema zevkime güvenen ve bu filmi hala izlememiş birkaç insan kaldıysa onları ikna etmek. Farklı bir şey izlemek, film izlerken ürettiğiniz alışılmış birkaç duygunun dışına çıkmak, biraz hayallere dalmak istiyorsanız bundan daha iyi bir tavsiyem olamaz.
Yönetmenliğini 2000 yılında The Cell'i de çekmiş olan Tarsem Singh'in yaptığı The Fall'da, aynı zamanda son zamanların en iyi çocuk oyuncusunu keşfediyorsunuz. Catinca Untaru.


The Fall'da bir sürü katman sizi bekliyor. Bir dublörün aşkta ve işteki düşüş hikayesini de izleyebilirsiniz bu filmde, küçük bir kızın hayal dünyasını da, o hayal dünyasında anlatılan birçok farklı hikayeden birini de seçebilirsiniz. Ama izlerken şu aklınızın bir köşesinde olsun; The Fall minimumda özel efekt kullanılarak, 18 farklı ülkede, 26 farklı mekan gezilerek çekilmiş. İzlerken ayakları yerden kesse de yapım aşamasında ayakları yere basmış, çok titiz bir çalışmanın sonucu.

Roy: How did you hurt your arm?
Alexandria: I felt.
Roy: Me too.

...ve hikaye başlar.


15 Haziran 2009 Pazartesi

empire 20th birthday!



Dünyanın en önemli sinema dergisi empire 20. yaşı şerefine anlamlı bir fotoğraf albümü oluşturmuş. Birçok Hollywood oyuncusunun, ikon haline gelmiş rollerini, soyut bir ortamda yeniden canlandıran bu fotoğraflar, son 20 yıl içinde izlediğimiz önemli filmleri ve karakterleri bir hatıra albümü gibi önümüze koyuyor. Bu albüme anılar 1 dersek, devamını beklediğimiz anlaşılır heralde. Tüm fotoğraflar burada

vizyonum misyonum 1 - The Burning Plain (2008)


Geçen hafta vizyona giren, daha önce if istanbul'da izleme fırsatı bulduğum The Burning Plain'i bugünün filmi seçiyorum. Filmin senaristi ve yönetmeni 21 Grams, Amores Perros ve Babel'in senaryolarını yazan, ve bu filmlerin yönetmeni olan Alejandro González Iñárritu ile sanki bir kader birliğinde bugüne kadar gelmiş Guillermo Arriga. Bu sefer hem yazarım hem yönetirim demiş. Hikayenin kurgusu Arriaga'yı bilenler için çok tanıdık. Kesişen hayatlar ve hikayeler yine filmin iskeletini oluşturuyor. Charlize Theron kusursuz güzelliği ve oyunculuğuyla biz kadın cinsini bir kez daha sinir ediyor. Tek başına ayakta duran bir film olmuş. Olmuş ama şu soruyu da sormadan duramıyor insan. Neden ayrı yollara gittiniz ey Iñárritu ve Arriaga? husumet mi oldu? Bir daha ikinizi bir arada görebilecek miyiz? Çünkü her ne kadar filmi beğenmiş olsam da diğer üç filmdeki büyüyü bunda bulamadım. ha mecbur muyum? bu da başka bir adam ve başka bir yönetmen bakışı diyebilirsiniz. Ama hikaye anlatış, kurgu, filmin tüm havası diğer üçüne o kadar benziyor ki yeni ve farklı bir şey yapma çabasından ziyade önceden tutmuş formülleri tek başına da devam ettirebileceğini düşünen bir yeni yönetmen var karşımda sanki... Kendi tarzını yaratmasını, eğer eski dostundan kopacaksa da, ya tam olarak kopmasını ya da öpüşüp barışmalarını tercih ediyorum.
Bu arada
Alejandro González Iñárritu da boş durmamış, kendi yazıp yönettiği Biutiful'u Aralık 2009'da vizyona girmek üzere hazır etmiştir. Sağlam bir karşılaştırma için iki filmi de izlemek, bu adamların yalnız birer kovboy olarak daha iyi olup olmadıklarını görmek gerek. Önce Burning Plain'i izleyin Biutiful gelince ben size haber vericem.

11 Haziran 2009 Perşembe

Inglourious Basterds (2008)



Tarantino
yine Tarantinoluğunu yapıyor. 1977 yılında çekilen Quel maledetto treno blindato isimli savaş filminin yeniden yapımıyla karşımıza çıkıyor. Filmin o yıllarda Amerika'daki gösterim ismi ise "Inglorious Bastards". Yani şair burada ne demek istemiş. Bu filmi alacağım üzerinde ufak tefek oynayıp kendi 2. Dünya Savaşı filmimi yapacağım, dalgamı geçeceğim nazisiyle subayıyla demiş. Aynen Kill Bill'de olduğu gibi dönemin savaş filmleri klişelerini de sonuna kadar kullanmış diyorlar. Seni bilmiyorum ama ben bu adamı seviyorum ya. Cüretkar. Dil pabuç. Ama zeka fışkırıyor, kült fışkırıyor adamdan. Tarzını bu derece oturtmuş, imzasını sonunda değil filmin her karesinde atan bir yönetmenin bu son filmini kaçırır mıyım?
Trailer burada

yönetmen incileri 1

"A writer should have this little voice inside of you saying, tell the truth. Reveal a few secrets here."

Quentin Tarantino


10 Haziran 2009 Çarşamba

easy virtue (2008)


Bugün günlük güneşlik, pek neşeli gibi. O yüzden bu hafifmeşrep filmi seçtim. Jessica Biel ve Colin Firth'lü, orijinali 1922'de noel coward tarafından yazılmış bir müzikal. 28. İstanbul Film Festivali'nde de gösterildi. Tam bir çıtır çerez. Sıkıcı bir İngiliz aileye gelin gelen "hafifmeşrep" bir Amerikalı gelinin koskoca malikanedeki maceralarını anlatıyor. Jessica Biel "ben oldum" kıvamında kendinden emin bir oyunculuk sunuyor. Kostümler, müzikler ve dönemin İngiliz-Amerikan tavır çatışmaları filmin en eğlenceli detayları. Oturun pazar akşamının en bastığı noktaya kadar bekleyin ve bu filmi koyun. cıvıl cıvıl, renkli böyle

9 Haziran 2009 Salı

beklemeye inanmak


Jim Jarmusch, The Limits of Control (2009)

Dünyada 21 Mayıs'ta Türkiye'de ne zaman bilmiyorum ama manifestosuna kurban olduğum Jim Jarmusch'un son filmini beklenenler listesinde en başa yazdım.

Sevenleri için gelsin

labyrinth (1986)


7 yaşında bir fidanken beni zehirleyen filmdir bu. Sinema maceram yukarıda görmüş olduğunuz korkutucu sayılabilecek afişe sahip bu filmle başladı. Mahallenin videocusu Tülay Abla’nın dükkanından tam 5 kez kiraladığım, David Bowie’nin taytıyla başrolde boy gösterdiği Labyrinth, Ah Belinda'dan bile daha çok rüyalarıma girmiştir.
Jim Henson ve George Lucas iş birliği ile çekilen fantastik filmde kötü kalpli Goblin Kralını David Bowie, kardeşini kurtarmak için labirente girip bu krala meydan okuyan kızı da körpecik Jennifer Connelly canlandırıyor. Ama burda önemli olan konudan ziyade filmin kurgusu, taaa o yıllarda bilgisayar yok demeden, imkanlarımız kısıtlı demeden görsellikte ayar vermis olmasıdır. George Lucas parmağını değdirdiği her şeyde bunu yapıyor mu ne?
Filmle ilgili ayrıntılara buradan, trailer’a da buradan ulaşın. Dvd’sini buradan ısmarlayın. İlerleyen günlerde bana bu filmden 22 yıl sonra hemen hemen aynı duyguları yaşatan The Fall bizlerle olacak.

ne diyeceğim

Kendi yerimi açmaya karar verdim. Herkes kendi çöplüğünde ötse ortalık kirlenmez hem.

Ben de burada öteceğim. Konumuz: Sinema.