28 Ekim 2011 Cuma

melancholia

"a beautiful movie about the end of the world" 

 

 (neden metin büyük harf çıkıyor bilmiyorum blogspot'un azizliğidir kusura bakmayın)

Kendi kendini bu kadar iyi özetleyen bir film tanıtım cümlesi olamaz. Lars Von Trier'in son filmi Melancholia bugüne kadar hiç yapılmamışlarla dolu bir dünyanın sonu filmi. Sıkı bir Trier hayranı olmamakla birlikte (özellikle Antichrist ile beni tamamen kendinden uzaklaştırmıştı sineması) Melancholia'nın bıçak sırtının sınırlarında ustalıkla dolaşan bir başyapıt olduğunu düşünüyorum. Filmle ilgili söylenecek birçok şey var çünkü çok katmanlı bir film (her güzel film gibi) ama görsel mükemmeliyetini, kusursuz casting ve oyunculukları, değindiği konulara kattığı derinliği falan bir kenara bırakıp filmin bana yaşattığı toplam deneyimi anlatmak isterim. Hiç olmayacak bir şeyi tamamen inanarak izledim. Karakterler ve hikaye o kadar derindi ki mavi bir gezegenin dünyaya çarpmak üzere olduğuna ve dünyanın her an sonunun gelebileceğine inandım 2 saat boyunca. 

 

 

Film İki kız kardeşin hikayesi gibi ama aslında daha makro bir derdi var tabi ki: Sezgisel, anlık, acımasızca dürüst bir yaşam anlayışına karşılık ölümden  korkan, kendi sahte dünyasında şekilsel mutluluklar yaşayan bir anlayış. İki kız kardeş Justine ve Claire  bu bağlamda birbirlerine tamamen zıt karakterler. Justine (Kirsten Dunst) manik depresif olduğunu sandığım, sezgileriyle yaşayan, cüretkar, yaratıcı reklam yazarı. Claire (Charlotte Gainsbourg) ise ürkek, toplumsal normlara tamamen hakim, "mutlu" bir eş ve anne. Justine'in nasıl olduysa evlenmeye karar verdiği adamla Claire ve kocasının organize ettikleri düğünlerinde yaşanan olaylar filmin birinci bölümünü oluşturuyor. Justine yaptığı hatayı fark ediyor ve kimseden çekinmeden tüm cüretkarlığıyla kendi düğününü mahvediyor. Çünkü ona göre hayat iğrenç, dünya kötü ve mutlu olmak çok saçma. Bu bölümde Justine topluma uymayan acı çeken çok zayıf bir kadın oluyor.

 

 

Oysa ikinci bölümde yani dünyaya bir gezegenin çarpacağını anladıkları bölümde Claire'in aslında ne kadar zayıf olduğunu izliyoruz. Kurduğu tüm düzenin anlamsızlığı, dünyanın sonu fikriyle tamamen ayyuka çıkıyor ve birinci bölümde ona muhtaç olan küçük kız kardeşi Justine'den ölümü onun kadar metanet ile karşılayamadığı için nefret ediyor. dünyanın sonu gelmektedir Justine hiç olmadığı kadar soğukkanlı çünkü dünya zaten berbattı... Claire o anı bile bir kadeh şarap içerek bir şekle sokmak, "güzelleştirmek" istiyor... Neresinden bakarsan bak bu film insanı alıp götürüyor.

17 Ekim 2011 Pazartesi

pirates of silicon valley

Steve Jobs'un ölümünün ardından ben tv kanalı olsam hemen bu filmi yayınlarım. 1999'da televizyon için çekilen Pirates of silicon valley Apple ve Microsoft'un geçmişini anlatıyor. Sinema değeri olan bir film kesinlikle değil ama benim gibi hikayeyi merak edenler için süper. Steve Jobs ve Bill Gates'in üniversite yıllarından itibaren neler yaptıklarını paralel kurguda güzelce anlatıyor. Her zaman merak edilen Bill Gates'in Steve Jobs'dan "çaldığı" ve Windows olarak piyasaya sürüp paraya para demediği yazılım hikayesinin iç yüzünü gösteriyor.


Ayrıca rahmetlinin arkasından kötü konuşmak istemem fakat Steve Jobs ile ilgili düşüncelerim değişti bu filmden sonra. Tamam normal bir adam olduğunu hiçbir zaman düşünmedik ama kendini sanatçı ilan eden bir faşist olduğunu da bilmiyordum.



Kendini küçük bir Tanrı sanmaya başladığı anda Apple düşüşe geçmiş zaten. Şİrkette çalışanlara insanlık dışı muamelesini, ırkçılık derecesinde insan seçmesini ve en beteri de kendi kızını inkar etmesini Steve'den beklemezdim. Mac vs. Pc reklamlarını takip ediyor, bu iki taraftan birinde kararlı duruyorsanız mutlaka izleyin.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Drive

Cannes'dan geçen bir film olarak merak edip edindim. Yeni bir tanımlama ile geliyorum: Retro-Aksiyon.
Evet bence Drive, 80'lerin havasını taşıyan, özellikle müzikleri ile rahatsız, tekinsiz bir film. Kesinlikle sıradan bir aksiyon filmi değil çünkü zaman zaman çok yavaş. Sanki özellikle eski havası verilmiş yeni bir film gibi. Nedense bende bir Taxi Driver tadı bıraktı. Sebebini anlamak için konuya bir göz atalım.




Kahramanımız (Ryan Gosling), filmlerin özellikle arabalı kovalamalı, patlamalı sahnelerinde dublörlük yapan, aynı zamanda tamirci ve aynı zamanda tamircilik yaptığı dükkanın patronu için ara sıra küçük kirli işlerde şoförlük yapan bir adamdır. Mottosu şudur: "5 dakikalığına seninim. Ne yaptığını bilmek istemiyorum ne zaman nerede olacağımı söyle yeter. İşin bitince seni alırım ve soru sormam, sadece arabayı sürerim." Ama bu etliye sütlüye karışmayan isimsiz kahramanımız, bir gün komşusu (Carrey Mulligan) ve onun tatlı oğlu ile tanışır.




Etliye sütlüye ve hatta her bir şeye karışacağı bir hikayenin içinde bulur kendini. Taxi Driver'a benzeyen kısmı ise, hayatına saf bir kadın/kız'ın girmesiyle dünyada herşeyi boşvermiş bir adamın onu korumak için nelere kalkışabildiğini, adaletsizliğe karşı birden en cevval savaşçı kesildiğini görmemiz. Şiddet dibine kadar var ama hak ettiğini düşündüğünüz kişilere karşı... Ohh iyi yaptın dedirten cinsten. Filmin bence çok güzel olan soundtrack'inden bir parça ile özetlemek gerekirse...


College feat. Electric Youth - A Real Hero .mp3
Found at bee mp3 search engine



4 Ekim 2011 Salı

aranofsky'den nuh'un gemisi

13 yaşından beri Nuh'un hikayesini hayata geçirmenin hayalini kuran Darren Aranofsky, önce çizgi roman ardından da çok pahalı bir film projesi ile hayalini gerçekleştiriyor.
Çizgi roman için Kanadalı sanatçı Nico Henrichon ile birlikte çalışmış, 7 Kasımda piyasaya çıkacağı söyleniyor.



Film ise daha büyük bir heyecan sebebi. Her türlü alt yapı hazırlığı biter bitmez proje hayata geçecek hatta Noah rolü için Christian Bale'in adı geçmeye başlamış bile. Nuh'un Gemisi hikayesi her zaman gizemli olmuştur. Bir sürü filme ilham kaynağı olmuş, yüzlerce binlerce göndermeye konu olmuştur ama birebir hikayenin kendisini çekmek, Kuran'dan ve İncil'den faydalanmak, tamamen özüne inmek çok daha cesur bir hareket.
Elimizde şimdilik sadece çizgi romanın tanıtım videosu var. Bir de Noah'nın konsept çizimleri için Nico'nun sitesini ziyaret edebilirsiniz.



3 Ekim 2011 Pazartesi

opening titles 2 [Delicatessen] [James Bond]

Filmin jeneriği benim için bir davetiye gibi ya da vitrin. İçerde ne olduğunu merak ettirsin, canımı çektirsin işte. Daha makbul oluyor.
Bir de yaratıcı film jenerikleri kısa yoldan ilham veriyor. En sevdiklerimden...





Jenerikleri filmin kendisinden her zaman daha iyi olanlar da var.
James Bond'da nerden nereye gelinmiş bakınız ilk ve son 007 jenerikleri.