25 Ekim 2010 Pazartesi

çoğunluk 2010

Geçen hafta sinemaya gitmeye değer bir film olarak düşünüp, çoğunluğun aksine kalkıp Çoğunluk'a gittik. Salonda bizimle beraber toplam 6 kişi vardı. Daha bu saniyede filmde bahsi geçen çoğunluktan olmadığımız belliydi. Kendimizi bir şey sanarak oturduk.


Seren Yüce'nin Altın Portakal'ı alan filmi beni sinemasal anlamda tamamen tatmin etti. Son derece sade bir şekilde meramını anlatıyor. Sıkıntısını aynen seyirciye aktarmayı başarıyor. İnsanı mutlu eden filmlerden değil. Gerçeği çok sade ama etkili bir biçimde damardan şırınga eden filmlerden bu.
Tipik ötesi bir Türk orta üst ekonomif sınıf üyesi bir aile... Baba "mütayit", oğlan "apaçiye namzet", anne ise tipik bir Türk annesi. Yıllardır güleryüz görmemiş, evde hizmetçi muamelesi gören, duygusuz adamların arasında kaldığı için zaman zaman göz yaşlarını içine akıtan zayıf bir kadın.


Bence film kültürsüzlüğü anlatıyor. Yönetmenin tarzını Haneke'ye çok yakın buldum. Uzun, bilerek iç sıkıcı sahneler, kamerayı orta uzaklıkta bir noktaya koyup olanlara seyirci kalmak ve toplumun güvende olan orta/üst kesiminin hayatını eleştirmek... Hepsi de Hanekevari. Kesinlikle taklit anlamında değil ama tarz benzerliği çok açık ortada.
Neyse filme dönelim. Mimari estetikten nasibini almamış evleri, ardı ardına İstanbul'un bilimum yerlerine diken, milliyetçi, aslında taptığı şey sadece para ve güç olan baba, oğlu Mertkan'ı da aynı kendine benzetmek için dünyaya getirmiş sanki. Hayatında eline kitap almamış, zaten evine kitap girmemiş Mertkan ise Kürt asıllı bir kız ile yaşadığı ilişkiye sahip çıkamayacak kadar çoğunluktan biri. Bu filmde sevgi kazanmıyor. Değer, kültür kazanmıyor. Aynen Türkiye gerçeğinde olduğu gibi kültürsüz bir çoğunluk kazanıyor ve Mertkan da sonunda başarılı bir operasyonla babasına dönüşüyor.
İnsanlar da kalitesiz konut projelerindeki binalar gibi kişiliksiz, çoğaldıkça çoğalıyorlar. En az 3 çocuk diye diretenlerin dünyası bu. Filmi izledikten sonra kendimi gerçekten azınlıkta hissettim. Fazla kişisel bir yorum yazmamın sebebi de budur belki.
Mutlaka izleyin ama içi çabuk şişenlere tavsiye etmem.

Yönetmen: Seren Yüce
Baba: Settar Tanrıöğen (Her rolünde gittikçe daha da başarılı oluyor)
Gül: Esme Madra
Mertkan: Bartu Küçükçağlayan 

3 yorum:

  1. yalniz bu yorum filmden guzel olmus, onu da belirtmeden edemeyecegim..

    YanıtlaSil
  2. Dostum bende sizin bulunduğunuz azınlığın daha küçük bir azınlığını kapsıyorum.Yazını az önce okudum ve sanatsal açıdan yaptığın tahliller beni gerçekten tatmin etti.Ancak 3 çocuk dünyası bu gibi basit siyasal yaklaşımlar seninde emek verip sunduğun içeriğine saygısızlık diye düşünüyorum.Dediğim gibi benim bulunduğum o ufacık kitle ayrışmalardan o kadar çok iğreniyorki.Halbuki fikir yapılarımız bile birbiriyle aynı.Sen eğer bulunduğun azınlığın fikirlerini bu şekilde dikta edercesine konuşursan bu insanlar buna daha çok meyleder.Sen onları bilgiye ulaştır onu alabilen alır almayanda altı boş ideolojilerin pençesine takılıp sağa sola savrulur.Bu tabi dikta edilen ideolojiler içinde böyledir.Dikta edildiği dakika o önerme artık bir ideoloji haline gelmiştir.Normalde böyle uzun uzadıya yorumda yapmam ama yazını çok beğendim ve yazmak istedim.Yazacağın içeriklerde umarım verdiğim bu dostça tavsiye uyarsın.Yazılarınızın devamını bekliyorum.Sevgiyle kalın.

    YanıtlaSil