30 Mart 2010 Salı

alice in wonderland (2010)

Kısa bir aradan sonra tekrar buradayım. Brooke in Wonderland bu yazının alternatif başlığıdır çünkü üzerinize afiyet Miami'de tatildeydim. Brooke da USA ismim.
Olay şöyle gelişti; Alice in Wonderland nasıl olur da İngilizce 3D oynamaz feryatlarımı duyan Erinç kalk Miami'ye gidiyoruz, orada buluruz dedi. Derken kendimi South Beach'de bir P. Diddy klibinin ortasında buluverdim. Çok eğlendik, çok gezdik bu arada sinemaya gitmeyi de ihmal etmedik. Alice in Wonderland beklentimin altında kaldı. Çok daha gösterişli bir görsellik bekliyordum. Detaylarda hayranlığım kat kat artacak sanıyordum ama olmadı. Bir Corpse Bride bir Nightmare Before Christmas hatta bir Bettle Juice atmosferinin yanında çok zayıf.... Yine de yurt dışında sinemaya gitmeyi bir çocuk gibi hevesle istediğimden, benim için güzel bir deneyimdi. Amerika'lıların her filmi sonunda alkışladıkları efsanesinin gerçek olduğunu bizzat görmüş oldum. Aslında ne kadar naif bir hareket...


Kısacası Alis Harikalar Diyarında gibi büyülü bir hikayeyi Tim Burton'ın uzaya uçuracağını beklerken ayaklarım yerden bile kesilmedi ama izlerken keyif aldım diyebilirim.

Burası Miami tatilimizin özeti aynı zamanda köşedeki sinemanın da olduğu Lincoln Road girişi. Hatıra olsun.

15 Mart 2010 Pazartesi

shutter island (2009) oh be!!


Haftasonu Shutter Island'a gittik. Yazımızın başlığından da anlaşılacağı üzere bir oh çektik. Oscar adayı zırva filmlerden sonra Martin Scorsese ilaç gibi geldi. Aylar önce buraya fragmanını koyduğumda açıkçası bu kadar ümitli değildim, konusu biraz sıradan gelmişti bana. Hatta terbiyesizce Türk filmi Gen'e benzetmiştim. Ne kadar ayıp etmişim. Bir kere filmin atmosferi hasret kaldığım cinsten. İnsanı içine içine çekiyor. Müzik seçimleri ve Hitchcock vari kareleriyle gerim gerim geriyor, sizi sürekli bilinmeyene doğru hazırlıyor. Leonardo Di Caprio oldukça iyi. Burada araya girmek istiyorum sayın sinefil. Bu Leo abimizin kariyeri çok mu stabil bana mı öyle geliyor?  Yani hep oldukça iyi hep başarılı ama böyle bir sıçrayış ne bileyim bir sürpriz yapsın istiyorum ben. Sevdiğim oyuncuların kariyerlerinde mutlaka sıradışı bir dönüm noktası var. Brad Pitt 12 Monkeys gibi. Ama Leo'da bunu göremiyorum. Neyse konumuza dönecek olursak, insanı kendinden bile şüphe ettirecek kadar etkiliyeci bir hikaye anlatımı ile Shutter Island bu haftaki nacizane tavsiyemdir. Bugünlerde bütçenizden sinemaya bir pay ayırdıysanız en azından değecek bir filme gidin.

10 Mart 2010 Çarşamba

kınama

Alice in wonderland'in her yerde Türkçe oynamasını, Orjinal oynadığı sinemalarda ise nedense 3D olmamasını kınıyorum!

9 Mart 2010 Salı

a serious man (2009)


me:  a serious man'i izledim dün
ne desem bilemiyorum:)
bu adamlar hep bunu yapıyo
yasemin:  heh ben de aynen o durumda kaldim
me:  kötü diyemiyorum
iyi diyemiyorum
yasemin:  kotu diil super diil
izlenir
me:  onların tarzını sevmekle ilgili sanırım
yasemin:  izlenirden biraz fazla
falan
me:  çok içine giremiyorum ben
detaylarda çok manalar yüklüyolar
yasemin:  ya herifler cok alakasiz isler yapiyo abicim
me:  yani izleyip internete girip okuyunca yorumları
anlam kazanıyor
no country for old man gibi bir şahesteden sonra..
yasemin:  yani burn after reading var arada falan
garip
me:  o da süper diildi
yasemin:  eet
ama tarz olarak bi beklentim yok demek istiorum
yani her telden

A Serious Man aynı Yasemin'le yaptığımız bu sohbet gibi. Fazla anlam yükleme kardeşim hayata. Tüm basitliği ile kucakla onu. Falan filan... Yani... Öyle... Ne oldu şimdi?... Boşver abi izle işte...


Edit: 
Jefferson Airplane girişi mükemmel. Orası su götürmez. Buyrun siz de dinleyin salı salı iyi gelir.


Jefferson Airplane - Somebody To Love .mp3
Found at bee mp3 search engine


8 Mart 2010 Pazartesi

oscar özet

82. oscar ödülleri


Dün geceki Öscar Töreni ilk kez bir kadın yönetmeni iki en önemli kategoride Oscar sahibi yaptı. Eski karı kocalar James Cameron Kathryn Bigelow arasındaki yarışı kadın tarafı kazandı. Diğer sonuçlar zaten beklendiği gibi Golden Globe'dan çok sapma yapmadı. Buyrunuz liste.

En iyi film: The Hurt Locker
En iyi yönetmen: Kathryn Bigelow (The Hurt Locker)
En iyi kadın oyuncu: Sandra Bullock (The Blind Side)
En iyi erkek oyuncu: Jeff Bridges (Crazy Heart)
En iyi yardımcı kadın oyuncu: Mo'Nique (Precious)
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Christoph Waltz (Inglourious Basterds)
En iyi özgün senaryo: Mark Boal (The Hurt Locker)
En iyi uyarlama senaryo: Geoffrey Fletcher (Precious)
En iyi animasyon: Up
En iyi yabancı film: The Secdet Their Eyes (Arjantin)
En iyi belgesel: The Cove (Louise Psihoyos ve Fisher Stevens)
En iyi kurgu: The Hurt Locker (Bob Murawski ve Chris Innis)
En iyi sanat yönetmenliği: Rick Carter, Robert Stromberg ve Kim Sinclair (Set dekorasyonu) (Avatar)
En iyi görüntü yönetmenliği: Mauro Fiore (Avatar)
En iyi görsel efekt: Joe Letteri, Stephen Rosenbaum, Richard Baneham ve Andrew Jones (Avatar)
En iyi ses kurgusu: Paul Ottosson (The Hurt Locker)
En iyi ses miksajı: Paul Ottosson ve Ray Beckett (The Hurt Locker)
En iyi film müziği: Michael Giacchino (Up)
En iyi orijinal şarkı: The Weary Kind (Crazy Heart)
En iyi kostüm tasarımı: Sandy Powell (The Young victoria)
En iyi makyaj: Star Trek
En iyi kısa metrajlı film: The New Tenants
En iyi kısa animasyon: Logorama
En iyi kısa metrajlı Belgesel: Rabbit a la Berlin

1 Mart 2010 Pazartesi

an education (2009)


Nick Hornby ismine karşı yıllar içinde gelişen zaafım bu filmden beklentilerimi yükseltmişti. Açıkçası çok daha iyi bir film beklerken ne dediğini bilmeyen bir hikaye ile karşılaştım. Üstelik harika başlamıştı. Bayılırım "zeki ve farklı kız" tiplemesine... 60'larda sıkıcı ve baskıcı bir İngiltere'de kafası çalışan ve tutkuları olan Jenny, kendisini onun için yaşlı sayılacak bir adamın peşinden bir maceraya atıyor ve olaylar gelişiyor. Ama eğer bu tarz bir hikaye sonunda hiç şaşırtmıyorsa çok sıradan değil mi? Niye izledik ki bu kadar? Hem sevişme sahnesi bile yok! 
50'lerin Amerika'sında kızların çeyiz olsun diye okuduğu bir dönemde bu duruma karşı çıkan, öğrencilerinden birisiyle özel bir ilişki kurup onun evlenmektense okumasını sağlamaya çabalayan feminist öğretmenin hikayesini anlatan Mona Lisa Smile'ı hatırladım izlerken. Bence benzer konuda çekilmiş daha iyi bir film. En azından ne dediği belli.
Falan filan derken yine çok zayıf bir Oscar adayı ile karşı karşıyayız sayın seyirciler. Bu sene neredeyse beni bile Oscar'a aday gösterecekler. Kusura bakma Nick Hornby.